Tik tak... Tik tak...
Kafamın içerisinde yankılanıp
duran ses buydu. Oysa dışarıdaki ses öyle demiyordu. Dışarıda zamanın
geçmemesinin sesi vardı.
Oğlunun
fotoğrafını çıkardı biri. Tam kalbinin üstünde taşıyordu, karısının
fotoğrafının yanında. “Bak,” dedi. Yüzünde gururlu bir gülümseme vardı. Baktım.
Bu, oğlunun son çekilen fotoğrafıydı. Zamanı kaçırıyordu burada. Oğlu, o
yokken, kocaman adam olmuştu. Sustum. Oğlunun son çekilen fotoğrafında kocaman
adam yoktu aslında. Yaşını bile
doldurmamış bir bebekti hala. Geçmeyen zaman sanki geçiyormuş gibi
kaçırdıklarımızı nasıl da büyütüyordu gözümüzde. Geçmiyordu belki ama kaçıyordu
zaman; bu konuda haklıydı işte.
Kafamın
içindeki bu ses... Tik tak... Tik tak...
Sürekli
saate bakıp duruyordum. Adam küçücük oğlunun kocaman fotoğrafını cebine,
kalbinin üstündeki yerine yerleştirip uzaklaştı yanımdan. Olduğum yere çöktüm,
duvarın dibine. Avuç içlerimi kulaklarıma bastırdım. Sesi susturmaya
çalışıyordum. Daha da arttı. Hemen ellerimi çektim. Ses dışarıda değildi ki.
İçimdeydi. Tik tak... Tik tak...
Sesi
susturup olanları düşünmek istiyordum. Suçlu muydum gerçekten? Öyleyse suçum
neydi? Ama ne mümkün... Tik tak.. Ritmi hiç bozulmadan çalışan bir saat vardı
kafamda. Kolumdakinden çok daha hızlı ilerliyordu. Her şey tersine dönmüştü
işte. O gün, suç dedikleri o şeyi yaptığım gün kolumdaki saat hızlı çalışırken
kafamda hiçbir ses yoktu. Durmuştu. Dışarıda da ses yoktu. Belki karımın
çığlıkları... Belki ben de bağırmıştım. Bilmiyorum. Ses yoktu. Ben susturmuştum.
Şimdi kafamın içindeki sesi susturamıyorum ama o gün her şeyi susturmuştum. Tik
tak... Tik tak...
Gözlerimi
yere diktiğimi farkettim. Hemen kaldırdım, gökyüzüne baktım. Kaslarımın seğirdiğini
hissettim sonra. Sesle bir ritimde. Tik tak. Neler oluyor diye paniğe kapıldım.
Ses beni ele geçiriyordu; tüm bedenimi ve de benliğimi. Ayağa kalktım hemen. Fırladım
da denebilir. Delirmenin eşiğinde olduğumu biliyordum. Ama bunu hakediyor
muydum? Diğerlerinin yanına doğru koştum. Adımlarımı onların hızına ayarlamaya
çalıştım. Sonra onları dinlemeyi denedim. Ses beni engelliyordu ama onların
ritmini yakalamak için zorladım kendimi. Tik tak... Tik tak...
Yere değil
gökyüzüne bakmalıydım. Kendimi değil başkalarını dinlemeliydim. Çok zordu ama
yaptım. Yaşlıca bir adam kızı için burada olduğunu anlatıyordu. Kocasından
dayak yiyen kızının acılarına, gözyaşlarına, yakarışlarına dayanamamış, çekmiş
vurmuş kızına işkence yapan o caniyi. Suçlu muymuş yani? Kaç kez gitmiş polise;
kaç dilekçe vermiş savcılığa? Neyi bekleyecekmiş daha? Suçluysa suçluymuş. Yine
olsa yine yaparmış. Tik... Tak...
Ses
yavaşlamıştı. Tamamen susmamıştı ama azalmıştı. Volta atıyordum ben de, kendimi
değil başkalarını dinliyordum. Yapmam gereken buydu demekki. Tik... Tak...
Bu sesin
tamamen susmasını bekleyecektim. Sabredecektim. Sonra düşünecektim. Kalbimin üstüne
karımın fotoğrafını koyacaktım, kaybettiğim karımın. Hiçbir anını kaçırmayacağım, hiç doğmayacak,
hiç büyümeyecek oğlumu ve onun hiç çekilmeyecek fotoğrafını düşünecektim. Ve “Suçluysam
suçluyum, yine olsa yine yapardım,” diye haykıracaktım. Tik... Tak... <esinmataraci>